Karanlık bir ormanda yürüyoruz şimdi. Adımlarımız hızlanıyor, korkudan nefes nefese kalıyoruz.
Değişimin çağrısı yükseliyor, yollar önümüzde çatallara ayrılıyor, kaçınılmaz bir döngüye doğru hızla ilerliyoruz. Bu yolculuk; sımsıkı tutunduğumuz, görmezden geldiğimiz, köklerimizi çürüten ne varsa tüm değerlerimizi sarsmaya, hayatımızda depremler yaratmaya, her şeyi olması gereken yere koymaya hazırlanıyor.
Gerçekler aydınlanarak, tüm çıplaklığıyla önümüze seriliyor.
Karanlıktan korktuğunuz kadar, ışıktan da korkar mısınız?
Bu duygu aslında çocukken geceleri odamıza doğru koştuğumuz, ışıkları açtığımız koridorlardan oldukça tanıdık. Bir el çekip alıvericekmiş gibi, her an tetikte, olmayan bir şeyden kaçma ve bir an önce yorganımızın altına saklanma telaşı… Oysa evimiz, güvende hissetmemiz gereken tek yerken.
Ama hep karanlık sokaklarda geçtiyse çocukluğunuz, bu defa da ışıktan, görünmekten korkarsınız. Bir el size şefkat için uzandığında ürker, sevginin ışığıyla yıkanmaktan kaçarsınız. İlk kez güvende hissettiğiniz, sevildiğiniz anda, tüm karanlıklarınızın acısını ondan çıkartırsınız.
Tutulmaların eşiğinde, en derin duygularımız, değerlerimiz, karanlıklarımız aydınlanıyor. Hayat, iki uca savrulan ruhumuzun parçalarını dengeye davet ediyor.
Bir şeyler bitiyor, bir şeyler değişiyor, bir şeyler hep aynı döngüyü yaşatıyor, bir şeyler belirsiz. Ama hepsi bizi ait olduğumuz yeni topraklara çağırıyor.
Şimdi ensenizde size varsayımlar fısıldayan o sesten kaçmayı bırakın. Hayatınızda, bedeninizde, ruhunuzda değişime direnen her parçanıza ve koridorda odasına doğru koşan çocukluğunuza sarılın.
Cevaplar aramak, suçlamak, sormak, direnmek yerine,
Hakikate bakın.
Anlaşılmak istiyorsanız, önce anlayın.
En çok da kendi dünyanızı,
Ve size uzanan her ele,
Yaşamınızdaki her pencereye,
Aslında kendi renginizi yansıttığınızı.