Yalnız ve çıplak geldik yeryüzüne. İlk nefes, ilk ağlayış, ilk adım, ilk aşk, ilk hayal kırıklığı. İlkler ne kadar özeldir ruh için, hep öyle saf kalmak ister ruhumuz. Sonra bir gün, ayağımız takılır ve düşeriz. Dizlerimiz kanar, başımızı kaldırdığımızda kimler ellerini uzatıyordur? Kimler yarandan haz alıyordur? Şaşırırız. Keşke hep ilkler kadar saf olsa her şey. Oysa o ilk adımı attığımızda hiç düşmeyeceğiz sanarız.
Sonra ruh öfkeyi tanır, ihaneti tanır, kıskançlığı tanır. Kalbin şeffaf ve bir bulut kadar hafifken bu yeni duygularla incindikçe zırh örer etrafına. Ne yazık, buna büyümek deriz.
Neye ihtiyacı varsa ruhunun bir silüet halinde çıkacaktır karşına. Tüm iyi niyetinle öylece durmana rağmen bazı gözler tarafından sevilmeyeceksin, dışlanacaksın, engelleneceksin. Benliğin kısıtlanmak istenecek, kalbin kullanılmak. Kendin olmaya çalıştıkça başkalaştırılmak isteneceksin, güveneceksin ve nasıl da temiz tuttuğun, özenle koruduğun kalbinin o tertemiz, bembeyaz odasında; camların parçalanışını, parçalanmış kırmızıyı aklın almayacak. Daha güçlü olmaya karar vereceksin, avuçlarını sıkacak ve asla ağlamayacak. Bu noktada kendine sormalısın ‘Neden bunları yaşıyorum?’ diye. Olduğun gibi değer görmek, art niyet olmadan hem cinslerin tarafından beğenilmek, ihanete uğramamak, iftiralardan, dışlanılmaktan korunmak, insanlığın çirkin yüzüyle yüzleşmek neden bu kadar zor?
Şimdi kalbinin talan edilmiş odasında aynaya bir bak, karşına çıkan suretlerde kendini aynalıyorsun. En büyük korkularını, kendini sevmeyişini, kendine haksızlık edişini, içinde bastırdıklarını. Sana yaşatılan ne varsa sen kendine yaşattın esasında. Sen nasıl bakıyorsan öyle oluyor yaşamın. Ve seni sevmeyen, sana haksızlık eden, sana saldırganca yaklaşan da kendi içinde bir şeyleri bastırmaya çalışıyor. Onun derdi kendisiyle. Kendini ne kadar tolere ediyor ve kendine ne kadar merhamet ediyorsun? Sen, varlığına değer verecek ve o enerjinin sırtında yük olmasına izin vermeyeceksin. Üzüntü ve kızgınlık yalnız senin sırtına yüktür ve sen affedip bundan kurtulduğunda yine kalbinin bulut kadar hafif olduğunu göreceksin.
Kendini bulduğun ve öz benliğinin sesini duyduğun an, bir başka doğacak güneş kalbinin odalarına. O kırılan cam daha sağlam olacak, bembeyaz odanın kirlenmiş duvarları renklenecek, vazoya bir çiçek yerleştirecek ve kalbinin zenginleştiğini göreceksin. Yaşanmışlıkların orada bir iz olacak, o iz tablo olacak, bakıp gülümseyeceksin. Yalnız ve çıplak geldik yeryüzüne. Yalnız ve çıplak öleceğiz ama nasıl bir odada?
Neye ihtiyacı varsa ruhunun bir silüet halinde çıkacaktır karşına. Tüm iyi niyetinle öylece durmana rağmen bazı gözler tarafından sevilmeyeceksin, dışlanacaksın, engelleneceksin. Benliğin kısıtlanmak istenecek, kalbin kullanılmak. Kendin olmaya çalıştıkça başkalaştırılmak isteneceksin, güveneceksin ve nasıl da temiz tuttuğun, özenle koruduğun kalbinin o tertemiz, bembeyaz odasında; camların parçalanışını, parçalanmış kırmızıyı aklın almayacak. Daha güçlü olmaya karar vereceksin, avuçlarını sıkacak ve asla ağlamayacak. Bu noktada kendine sormalısın ‘Neden bunları yaşıyorum?’ diye. Olduğun gibi değer görmek, art niyet olmadan hem cinslerin tarafından beğenilmek, ihanete uğramamak, iftiralardan, dışlanılmaktan korunmak, insanlığın çirkin yüzüyle yüzleşmek neden bu kadar zor?
Şimdi kalbinin talan edilmiş odasında aynaya bir bak, karşına çıkan suretlerde kendini aynalıyorsun. En büyük korkularını, kendini sevmeyişini, kendine haksızlık edişini, içinde bastırdıklarını. Sana yaşatılan ne varsa sen kendine yaşattın esasında. Sen nasıl bakıyorsan öyle oluyor yaşamın. Ve seni sevmeyen, sana haksızlık eden, sana saldırganca yaklaşan da kendi içinde bir şeyleri bastırmaya çalışıyor. Onun derdi kendisiyle. Kendini ne kadar tolere ediyor ve kendine ne kadar merhamet ediyorsun? Sen, varlığına değer verecek ve o enerjinin sırtında yük olmasına izin vermeyeceksin. Üzüntü ve kızgınlık yalnız senin sırtına yüktür ve sen affedip bundan kurtulduğunda yine kalbinin bulut kadar hafif olduğunu göreceksin.
Kendini bulduğun ve öz benliğinin sesini duyduğun an, bir başka doğacak güneş kalbinin odalarına. O kırılan cam daha sağlam olacak, bembeyaz odanın kirlenmiş duvarları renklenecek, vazoya bir çiçek yerleştirecek ve kalbinin zenginleştiğini göreceksin. Yaşanmışlıkların orada bir iz olacak, o iz tablo olacak, bakıp gülümseyeceksin. Yalnız ve çıplak geldik yeryüzüne. Yalnız ve çıplak öleceğiz ama nasıl bir odada?